Page Nav

OPEN

Yeniler:

latest

Şems-i Tebrizi ve Mevlânâ’nın Sır Dolu Buluşması

Şems-i Tebrizi ve Mevlânâ’nın Sır Dolu Buluşması Cengiz Küçükayvaz - Çağdaş Meddah Usta oyuncu Cengiz Küçükayvaz'ın muhteşem performansı...

Şems-i Tebrizi ve Mevlânâ’nın Sır Dolu Buluşması


Cengiz Küçükayvaz - Çağdaş Meddah

Usta oyuncu Cengiz Küçükayvaz'ın muhteşem performansıyla "Çağdaş Meddah" her hafta Rafine TV - Eğlence kanalında. Çağdaş Meddah'ın 62. bölümü: Şems-i Tebrîzî ve Mevlânâ’nın Sır Dolu Buluşması.


Şems-i Tebrizi ve Mevlânâ


Mevlânâ ile Şems ilk defa Dımaşk’ta veya Halep’te karşılaşmıştır. Eflâkî’ye göre babasının vefatından sonra mürşidi Seyyid Burhâneddin’in emriyle ilim tahsili için Dımaşk’a giden Mevlânâ bir gün halkın arasında iken başında külâhı, sırtında siyah elbisesiyle Şems’i görmüş, elinden tutup ona, “Ey dünya sarrafı beni anla!” demiş, Şems bu sözün etkisiyle istiğrak haline girmiş, kendine geldiğinde Mevlânâ oradan gitmiştir. 

Mevlânâ’nın Şems-i Tebrîzî ile ikinci karşılaşması Seyyid Burhâneddin’in vefatından beş yıl sonra Konya’da gerçekleşir. Sahih Ahmed Dede’ye göre hayatının sonlarında Konya’dan ayrılıp Kayseri’ye yerleşmeye karar veren Seyyid Burhâneddin daha önce Bağdat’ta tanıştığı Şems’in Konya’ya geleceğini Mevlânâ’ya müjdeleyen kişidir.

Konya’ya geldiğinde Şems’in altmış, Mevlânâ’nın otuz sekiz yaşında olduğu anlaşılmaktadır. 

Şems-i Tebrîzî Konya’ya geldiğinde Eflâkî’ye göre Şekerciler Hanı’na, Sipehsâlâr’a göre Pirinççiler Han’ına yerleşmiş, Mevlânâ ders verdiği dört medreseden biri olan Pamukçular Medresesi’nden talebeleriyle birlikte ayrılıp giderken Şems ansızın önüne çıkmış ve bindiği katırın gemini tutarak, “Ey dünya ve mâna nakitlerinin sarrafı! Muhammed hazretleri mi büyüktür yoksa Bâyezîd-i Bistâmî mi?” diye sormuş, Mevlânâ, “Muhammed Mustafa bütün peygamberlerin ve velîlerin başıdır” diye cevap verince Şems, “Peki ama o, ‘Seni tesbih ederim Allahım, biz seni lâyıkıyla bilemedik’ dediği halde Bâyezid, ‘Benim şanım ne yücedir, ben sultanların sultanıyım’ diyor” demiş, bunun üzerine Mevlânâ, “Bâyezid’in susuzluğu az olduğundan bir yudum su ile kandı, idrak bardağı hemen doluverdi; halbuki Muhammed’in susuzluğu arttıkça artıyordu. Onun göğsü Allah tarafından açılmıştı. Sürekli susuzluğunu dile getiriyor, her gün Allah’a daha çok yakın olmak istiyordu” diye cevap vermiş, Şems bu cevabı duyunca kendinden geçmiş, bir müddet sonra da yaya olarak medreseye gitmişlerdir.

Şems-i Tebrîzî ile Mevlânâ bu ikinci karşılaşmadan sonra Selâhaddîn-i Zerkûb’un evinde üç ay boyunca visâl orucu tutarak iki defa halvete girmişler, halvet esnasında onlara Selâhaddîn-i Zerkûb hizmette bulunmuş, her ikisi de semâ yaparak halvetten çıkmıştır. Şems’in, gerçek dost arayışını tam anlamıyla tatmine erdirmesi, ilâhî hakikatlerin idrak edilebilmesi için diğer şeyh ve dervişleri olduğu gibi Mevlânâ’yı da Hızır-Mûsâ kıssasını hatırlatır biçimde şeriat dışı bazı sorularla imtihan ettiği, mânevî istidadını ve yüksek irfanını keşfedince dostluğuna kabul ettiği rivayet edilir.

Daha önce kayınvâlidesi Kirâ Hatun’un (Büzürg) teşvikiyle ellerini çırpıp sallayarak semâ eden Mevlânâ, Şems’in öğretmesiyle artık çarh atarak semâ etmeye başlamıştır.

Ahmet Avni Konuk ve Midhat Bahârî’ye göre Şems-Mevlânâ münasebeti bir mürşid-mürid ilişkisi değildir. Mevlânâ’nın seyrüsülûkteki mürşidleri babası Bahâeddin Veled ve Seyyid Burhâneddin’dir; Şems ise onun sohbet şeyhidir.

Mevlânâ’nın Şems ile tanıştıktan sonra medresedeki derslerini bırakması, Şems’in isteğiyle babasının Maʿârif’ini, Mütenebbî’nin divanını okumayı ve okutmayı terketmesi, halktan uzaklaşıp bütün zamanını Şems’in sohbetine ayırması bazı nâkıs müridlerin şeyhlerini kendilerinden ayıran, kim olduğunu bilmedikleri Şems’e karşı kin beslemelerine ve Mevlânâ’nın vaazlarından mahrum kalan halk arasında çeşitli dedikoduların yayılmasına yol açmıştır.

Şems, Konya’daki bu sıkıntılı ortam yüzünden 643’te (1245-46) âniden şehri terketmiş ve Dımaşk’a gitmiştir. Devletşah ise Tebriz’e gittiğini, Mevlânâ’nın onu bulup Konya’ya geri getirdiğini kaydeder. Mevlânâ’yı çok üzen ve inzivaya çekilmesine sebep olan bu olayın ardından müridlerin Mevlânâ’dan özür diledikleri kaydedilmektedir. Şems’in bu ayrılığı sırasında Mevlânâ, matem tutanların giydiği “hindibârî” denilen kumaştan siyah bir ferecî giymiş, başına bal renginde yünden bir külâh geçirip üzerine şekerâvîz tarzında sarık sarmış ve öteden beri dört hâneli olan rebabı altı hâneli yaptırarak semâ meclislerini başlatmıştır.

Eflâkî, Şems’ten aldığı bir mektuptan Dımaşk’ta olduğunu öğrenen Mevlânâ’nın Şems’e Arapça-Farsça dört manzum mektup gönderdiğini (metinleri için bk. Âriflerin Menkıbeleri, II, 283-286), Şems’in Dımaşk’ta yaklaşık bir yıl kaldıktan sonra Konya’ya döndüğünü, Mevlânâ’nın evlâtlığı Kimyâ Hatun ile evlendiğini, eşinin ölümünden yedi gün sonra Şâban 644’te (Aralık 1246) ikinci defa kaybolup Dımaşk’a gittiğini söyler.

Sultan Veled, İbnü’l-Arabî’nin de ikamet ettiği Cebelisâlihiye’de onu bulmuş, beraberinde Konya’ya getirmiştir.

Muhammed Ali Muvahhid’e göre Şems-Mevlânâ ilişkisinde üç aşama vardır: Mevlânâ, Şems ayrılmadan önce güneşten aldığı ışıkları yansıtan bir ayna gibi Şems mazharında gördüğü hakikatleri Dîvân-ı Şemsi’l-ḥaḳāyıḳ’ta aşk gazelleri şeklinde terennüm ederken ayrılış kemalinin artmasına ve mârifet mertebesine yükselmesine vesile olmuş, Şems’in gaybûbetinden sonra Mevlânâ kâmil bir ârif olarak Mes̱nevî’de sülûk ve mârifetullah bahislerini anlatmaya başlamıştır.

Müridler ve halk tekrar dedikodu yapmaya başlayınca Şems, Sultan Veled’e ilim ve irfanda eşi benzeri olmayan Mevlânâ’dan kendisini ayırmayı istediklerini, bu defa ortadan kaybolduktan sonra kimsenin bir daha izini bulamayacağını söyler ve 8 Şâban 645 (8 Aralık 1247) tarihinde kayıplara karışır. Eflâkî, Şems-i Tebrîzî’nin bu kayboluşundan kırk gün sonra Mevlânâ’nın başına beyaz sarık yerine duman renkli bir sarık sardığını, Yemen ve Hint kumaşından bir ferecî yaptırdığını ve ömrünün sonuna kadar bu kıyafeti kullandığını, Sultan Veled ise babasının aşkla şiirler söylemeye başladığını ve daima semâ yaptığını söyler. Mevlânâ bir müddet sonra aldığı haber üzerine Şems’i bulma umuduyla Dımaşk’a gitmiş, ancak bulamadan geri dönmüş, birkaç yıl sonra tekrar gitmiş, aylarca aradığı halde yine bulamamıştır.

Mevlânâ, Konya’ya dönüşünün ardından Şems kendisine sorulduğunda, “Şems-i Tebrîzî sadece bahanedir, güzel ve latif olan biziz” şeklinde cevap vermiştir.

Mevlânâ, Mes̱nevî’de (I, beyit 123-125, 130-131) Şems’in gaybûbetini Hz. Yûsuf’un babası Ya‘kūb peygamberden ayrılıp Mısır’a gidişine benzetir: “Şemseddin’in sözü gelince dördüncü kat semanın güneşi başını çekti gizlendi. Onun adı anılınca ihsanlarından bir remzi anlatmak vâcip oldu. Can şu anda eteğimi çekiyor. Yûsuf’un gömleğinden koku almış. Eşi bulunmayan o yârin vasfına dair ne söyleyeyim ki bir damarım bile ayık değil. Bu ayrılığın, bu ciğer kanının şerhini şimdi geç” İsmâil Ankaravî bu beyti Yûsuf’u Şems, Yûsuf’un gömleğinden koku alan ve can vasfıyla nitelenen Ya‘kūb’u Hüsâmeddin Çelebi, Ya‘kūb’a müjde getiren elçiyi Mevlânâ olarak şerheder. Ona göre bu beyitte Şems’in zamanın kutbü’l-aktâbı olduğuna işaret vardır. Mevlânâ’ya göre Şems’in sırrı mutlak vahdet sırrıdır ki bu sırrı idrak etmek için mahv ve fenâ ehlinden olmak şarttır. Aksi takdirde sırrın ortaya çıkmasıyla onu idrak edemeyecek seviyede olanlar fitne ve kargaşaya yol açabileceklerdir. Ankaravî, Şems’i anlayamayanların öncelikle Hüsâmeddin Çelebi gibi bir mürşid-i kâmile bağlanması gerektiğini vurgular (Şerh-i Mesnevî, I, 76-79, 125-126).


👀İçerik Hakkında👇
🔄Güncelleme : 25 Ekim 2025
🔎Açıklamalar
☑ Bu içerik hakkında düşüncelerinizi yorumlarda belirtiniz.
☑ Şikayet veya Düzeltme isteklerinizi siirrafim@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
💼Kaynaklar
✔ Şiir Rafım; https://www.siirrafim.art/2025/10/semsi-tebrizi-ve-mevlananin-sir-dolu.html
✔ Rafine Tv; https://youtu.be/CQtAXwqBoAQ?si=L3a1_RIqEGfQ_gk9
✔ İslâm Ansiklopedisi; https://islamansiklopedisi.org.tr/sems-i-tebrizi

Hiç yorum yok

Siz bu içerik hakkında ne düşünüyorsunuz? Görüşlerinizi paylaşmayı unutmayın!

Yaşayan ve Yaşatılan Şiir

Şairler

Attila İlhan Cahit Külebi Nazım Hikmet Ran Gülten Akın Hilmi Yavuz İlhan Berk Aziz Nesin Aşık Veysel Şatıroğlu Pablo Neruda Rıfat Ilgaz Tevfik Fikret Ahmed Arif Ahmet Haşim Ahmet Kutsi Tecer Ataol Behramoğlu Cahit Sıtkı Tarancı Can Yücel Kul Nesimi Metin Altıok Sabahattin Ali Turgut Uyar Özdemir Asaf Ahmet Muhip Dıranas Behçet Necatigil Ceyhun Atuf Kansu Dante Alighieri Enver Gökçe Ercişli Emrah Fuzuli Karacaoğlan Mevlana Celaleddin Rumi Muzaffer Tayyip Uslu Orhan Veli Kanık Sezai Karakoç Yahya Kemal Beyatlı Yavuz Bülent Bakiler Yunus Emre Ümit Yaşar Oğuzcan Adnan Yücel Ahmet Erhan Behçet Kemal Çağlar Bekir Sıtkı Erdoğan Bertolt Brecht Charles Baudelaire Didem Madak Edgar Allan Poe Erzurumlu Emrah Faruk Nafiz Çamlıbel Fazıl Hüsnü Dağlarca Federico Garcia Lorca Kemalettin Kamu Mahmud Derviş Maya Angelou Melih Cevdet Anday Metin Eloğlu Nurullah Genç Oktay Rifat Horozcu Pir Sultan Abdal Sadık Doğan Sennur Sezer Teslim Abdal Yusuf Hayaloğlu Ülkü Tamer Şeyhi Şükrü Erbaş A. Kadir Abdal Musa Abdülkadir Bulut Ahmet Telli Ali Rıza Ertan Arkadaş Zekai Özger Aydın Öztürk Behçet Aysan Bejan Matur Birhan Keskin Cahit Zarifoğlu Celal Sahir Erozan Cemal Safi Cemal Süreya Dadaloğlu Egemen Berköz Fethi Savaşçı Gevheri Hacı Bayram Veli Halim Yağcıoğlu Hasan Ali Yücel Hasan Dede Hasan Hüseyin Hasibe Ayten Hüseyin Haydar Kaygusuz Abdal Kayıkçı Kul Mustafa Kazak Abdal Kemal Varol Kul Hüseyin Lale Müldür Mahmut Temizyürek Melisa Gürpınar Mithat Cemal Kuntay Murathan Mungan Mustafa Özçelik Namık Kemal Naze Nejla Yerlikaya Necip Fazıl Kısakürek Necmettin Halil Onan Nesimi Nevzat Çelik Orhan Alkaya Orhan Seyfi Orhon Refik Durbaş Ruhsati Sait Maden Seyhan Erözçelik Sylvia Plath Turgay Kantürk Vasfi Mahir Kocatürk Vedat Türkali Yaşar Kemal Yaşar Nabi Nayır Yılmaz Erdoğan Ziya Osman Saba Ömer Bedrettin Uşaklı Ömer Turan